Allah'a Güven Ve Teslimiyet
Aynı ortamda bulunan iki ayrı kişiyi, örneğin iki kapı komşusunu düşünelim. Her ikisinin başına da aynı kötü olay gelmiş olsun. Her ikisinin de evine hırsız girmiş ve evindeki değerli eşyaları çalmış olsun. Ev sahiplerinden biri Allah'a imanlı bir kişi, diğeri ise dünya hırslarına kapılmış ve ahireti unutmuş bir insan olsun…
İmanın en önemli birkaç göstergesinden birisi, kişinin Allah'a olan güveni ve teslimiyetidir. Kuran'da "tevekkül" olarak tanımlanan bu özellik, gerçekten de iman eden insanla iman etmeyen arasındaki en büyük farklardan biridir.
İnkarcı insan için, tüm dünya bir kaostur. Kendisinin "tesadüfen" var olduğunu, etrafındaki dünyanın da tesadüfler sonucunda işlediğini sanır. Bu durumda hiçbir zaman gerçek bir güvenlik ve huzur duyamaz. Çünkü her an başına bir şey gelebilir, onu üzecek olaylar olabilir. Zamanının önemli bir bölümünü gelecekle ilgili olarak içine düştüğü endişelerle geçirir. Onun mutluluğunu etkileyecek yüzlerce, hatta binlerce birbirinden bağımsız faktör vardır ve bunların herhangi biri "tesadüfen" kötüye gidip hayatını mahvedebilir. Örneğin, sağlığını yitirebilir, ya da işten atılabilir, sevdiği bir insan ölebilir. Tüm bu sebepleri bağımsız ve kontrolsüz zannettiği için, her biri için ayrı ayrı endişelenmek durumundadır. Bu, yüzlerce bağımsız faktörü ilah edinmesi anlamına gelir. Çünkü bir şeyden korkmak ya da ona güvenmek, Kuran'da tarif edildiğine göre, onu ilah edinmek anlamına gelmektedir.
Buna karşın, mümin, dünyanın sırrını kavramıştır: Bu sır, herşeyin, her maddenin, her canlının, her varlığın Allah'ın kontrolü altında olduğu ve O'nun izni ve bilgisi haricinde hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceği sırrıdır.
"O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur" (Hud Suresi, 56) ya da "Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar" (Rum Suresi, 26) gibi ayetlerde haber verilen bu sır, ancak müminlerin sahip olduğu "derin bir kavrayış"la (Hicr Suresi, 75) anlaşılabilir.
Bu durumda mümin, herşeyin Allah'ın yarattığı kadere uygun işleyeceği kuralının güvencesi altındadır. Hayatı boyunca karşılaşacağı her olay kaderindedir ve kaderini de Allah belirlemiştir. Bu yüzden de mümin için hiçbir zaman "kötü" bir olay olamaz. Bazı şeyler kötü gibi gözükse de, gerçekte mümin için hayırlı sonuçlar doğuracaktır. Madem Allah müminin karşısına bir olay çıkarmıştır, mutlaka onda bir hayır vardır. Mümin zahiren (görünüşte) kötü gibi gözüken olaylara karşı da son derece sabırlı ve güvenli davranmalıdır. Allah mutlaka o kötü görünen olayı bir hayırla yaratır.
İşte içine girdiği çetin mücadelede mümine en büyük rahatlığı, en büyük huzuru veren şey, bu ruh halidir. Kuran'a baktığımızda tüm Resullerin ve onlarla birlikte iman eden müminlerin son derece zorlu olaylarla karşılaştıklarını, zahiren son derece "kötü" durumlarda kaldıklarını görürüz. Hemen her mümin inkarcılar tarafından saldırıya uğramış, ölümle tehdit edilmiş, eziyet ve işkence görmüş, hakarete uğramış, bazıları öldürülmüş, şehit edilmiştir. Ancak yine Kuran'a baktığımızda, müminlerin tüm bu saldırılara karşı son derece güvenli, son derece rahat davrandıklarını görürüz. Çünkü Kuran'da bizlere örnek verilen bu müminler, her olayı yaratanın Allah olduğunu ve dolayısıyla her olayın arkasında bir hayır olduğunu bilerek hareket etmektedirler. Onlar Allah'ın müminleri yardımsız bırakmayacağından, müminlere kaldıramayacakları bir zorluk yüklemeyeceğinden ve çektikleri sıkıntıların karşılığını da ahirette onlara vereceğinden emindirler. Kuran'da yer alan yüzlerce ayette Allah'a güven ve teslimiyet üzerinde durulur. Bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Kuran'da kullanılan "tevekkül" kelimesi son derece önemlidir. Tevekkül etmek, "vekil edinmek" anlamına gelir. Bu, halk arasında yaygın olan tevekkül kavramından farklıdır. Halk arasında yaygın olan inanç, "elinden gelen herşeyi yapmak, sonra da işi Allah'a bırakmak" şeklindedir. Oysa "vekil edinmek" terimi, bir işin yapılmasının doğrudan Allah'a havale edilmesi, olayın tümüyle Allah'a bırakılması anlamına gelir.
Ancak bu noktada da bir yanlış anlamaya düşmemek gerekir: Olayı tamamen Allah'a bırakmak, kişinin kendisini olayın dışında tutması demek değildir. Aksine, mümin olayların içine girer, dini ilgilendiren her türlü sorumluluğu üzerine alır. İşte tevekkülün gerçek anlamı burada ortaya çıkmaktadır: Mümin, kendi yaptığı fiilleri de gerçekte Allah'ın yaptırdığını, kendi varlığının kontrolünün de Allah'ın elinde olduğunu bilmekte ve O'nu vekil edinerek bir işe girişmektedir.
Peygamberlerin Kuran'da aktarılan bazı duaları bu konuyu anlamamıza yardımcı olabilir. Neml Suresi'nin 19. ayetinde, Hz. Süleyman'ın, "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat" dediği bildirilmektedir. Bu dua, Hz. Süleyman'ın kendi fiillerinin de Allah'ın kontrolünde olduğunu bildiğini ve O'nun rızasına uygun işler yapabilmeyi yine Allah'tan istediğini göstermektedir.
İşte tevekkülün ardındaki mantık da budur. Mümin, kendisi de dahil olmak üzere tüm varlıkların Allah'ın denetiminde olduğunu bilmekte ve hem dış dünyayı hem de kendi beden ve ruhunu Allah'a emanet etmekte, bunların kontrolü için Allah'ı vekil tutmaktadır. Bu durumda ortaya dünyanın en korkusuz, en güvenli, en rahat, en güçlü insanı çıkar. Tevekkülü yaşayan mümin, cesur ve gözü kara, rahat ve sakindir. Kuran'da peygamberlerin ve müminlerin sahip oldukları bu gerçek tevekkülün pek çok örneği verilir. Hz. Nuh, Kuran'da örnek gösterilen peygamberlerden biridir:
Hz. Şuayb da aynı tavrı göstermiştir:
Diğer pek çok ayette de, müminlerin tevekkül ve sabrı şöyle vurgulanır:
Tevekkül eden kişi bilmelidir ki, o Allah'ı vekil kılmıştır ve Allah'tan başka vekil yoktur. Dolayısıyla tevekkül etmekle yapılabilecek en doğru ve akılcı hareketi yapmıştır. Allah'a dua edip, O'na yönelip, O'na tevekkül ettikten sonra endişe edilecek hiçbir şey yoktur. Allah, mutlaka ve mutlaka mümin için en hayırlı sonucu oluşturacaktır. Kuran'daki, "Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter" (Ahzab Suresi, 3) hükmüyle Allah müminlere bu güvenceyi vermektedir. Başka ayetlerde de şöyle buyrulmaktadır:
Hiç kimse Allah dilemedikçe bir başkasına zarar veremez. Hiç kimse Allah'ın izni dışında bir başkasını öldüremez; canı alan ancak Allah'tır. Bu nedenle Allah dışında herhangi bir varlıktan korkmanın anlamı yoktur. Kuran'da bu gerçek sık sık hatırlatılır:
Allah'a güvenen, kendisini O'na teslim eden, O'na tevekkül eden kimse, nefsinin ve şeytanın kışkırtmalarından da korunmuş olur. Kuran'da bu sır, "Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur" (Nahl Suresi, 99) hükmü ile haber verilmektedir. Allah katında olan büyük nimete, yani cennete kavuşacak olanlar da yine tevekkül edenlerdir:
Zaten Allah'tan başka kendisine güvenilecek, kendisinden yardım beklenecek bir varlık yoktur. Hz. Yakub'un "... Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler" (Yusuf Suresi, 67) şeklindeki ifadesinde olduğu gibi, vekil kılınmaya layık olan, Kendisine tevekkül edene mutlaka yardım edecek olan ancak ve ancak Allah'tır. Allah'tan başka ilah olmadığı için, O'ndan başka vekil de yoktur:
Bir başka ayette ise şöyle buyrulmaktadır:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder