Çıkar Gözetmemek
Bir insanın imanında samimi olduğunun (yalnızca Allah'ın rızasını gözettiğinin) en büyük göstergelerinden biri, basit çıkarlar peşinde koşmaması, ihlaslı yani halis olarak Allah'ın rızası için çalışmasıdır. Her nimetin Allah'tan geldiğini kavramış, yalnızca Allah'ın rızasını hedefleyen, Allah'tan isteyen ve O'ndan korkan bir mümin, elbette basit ve küçük bazı hesapların peşinde koşmayacaktır.
Dolayısıyla yaptığı işlerde çıkar gözetip gözetmemek, bir insanın doğrudan imanıyla ilgilidir. Allah'ı ve ahireti kavramış olan bir insan, elbette bunların yanında basit çıkar hesaplarına itibar etmeyecek ve Kuran'ın fedakarlık emri gereği kendi bencil hırslarını tatmin etmek için uğraşmayacaktır. Buna karşın Allah'ı ve ahireti kavrayamamış bir insanın bu büyük gerçekleri göremeyip basit ve ufak menfaatler peşinde koşması doğaldır. Son derece küçük bir dünyaya, son derece dar bir kafa yapısına sahip olacağı için, sürekli olarak nefsinin çıkarlarını gözeten bir tavır ortaya koyacaktır.
Kuran'da, müminlerin üstlendikleri tebliğ görevinden hiçbir çıkar ummamaları gerektiği sık sık hatırlatılır. Tüm peygamber kıssalarında da, peygamberlerin üstlendikleri tebliğ görevinden dolayı hiçbir "ücret" (çıkar) aramadıkları haber verilir. Bazı ayetler şöyledir:
Ayetlerde görüldüğü gibi, Allah yolunda yapılan tebliğ karşılığında hiçbir dünyevi çıkar gözetilmez. Bu çıkar yalnızca para değildir; yapılan hizmet karşılığında itibar, insanların beğenisi ya da takdiri de gözetilmez. Tek karşılık Allah'ın rızasıdır. Eğer Allah dilerse, yapılan hizmetin karşılığının bir kısmını da dünyada verecektir.
Dolayısıyla yapılan hizmetin kıymetinin ölçüsü de insanların beğenisi değil, Allah'ın rızasına uygun oluşudur. Bazı peygamberlerin dönemlerinde, yaptıklarını takdir eden kimse olmamıştır. Kimse onları dinlememiş, kimse onlara tabi olmamış, hatta bütün toplum onlara karşı cephe almıştır. Ancak bu, söz konusu peygamberlerin "başarısız" olması demek değildir. Çünkü başarı, insanları etkilemek, onların beğenisini kazanmak değil, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Mümin Allah yolunda hizmet etmekle ve Rabbimize yakınlaşmak, dua etmek ve kulluk etmekle sorumludur. Dünyevi başarıyı dilerse veren, dilerse geri tutan Allah'tır. Bediüzzaman Said Nursi'nin dediği gibi, insan kendi vazifesine bakmalı ve Allah'ın çizdiği kadere karışmamalıdır.
Allah'ın rızasını gözeten kişi, sürekli olarak O'na ibadet halinde olur. Basit çıkar hesapları yapmadığı için, dünya hayatının süsü onu etkilemez. Nitekim Allah Kuran'da, müminlerle beraber olmayı ve dünya hayatının süsünü arayarak onlardan "gözleri kaydırmamayı" emretmektedir:
Burada çok önemli bir nokta vardır: İnsan dine yaklaşırken, "Bu yapının içinde nasıl bir çıkar elde ederim?" gibi sapkın bir mantıkla değil, "Nasıl Allah'a ibadet edebilirim, O'na itaat edip rızasını kazabilirim?" mantığıyla düşünmelidir. Aksi bir tavır, samimiyetsizlik olur. Kuran bu tür tavırları benimseyenleri"münafık" olarak tanımlamaktır. Bunlar birtakım menfaatleri için dindar gözüken, samimiyetsiz, ikiyüzlü kişilerdir ve Allah'ın gazabına en çok uğrayan, cehennemin en alt tabakasına atılacak olanlar da onlardır. Kuran'da, bu kişilerin durumu şöyle tarif edilir:
Görüldüğü gibi, münafık karakterli kişiler, dinin ancak kendi çıkarlarına uygun yönlerini kabul etmekte, diğer hükümlerini ise reddetmektedirler. Bu kişiler belki bir süre dindar gözükürler, ancak gerçek durumları, Kuran'daki ifade edildiği üzere "uçuruma yuvarlanacak bir yarın kenarına bina kuran"insanlar gibidir:
Yalnızca Allah'ın rızasını aramanın önemini vurgulayan diğer bazı ayetler şöyledir:
Müminin hedefi Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetidir. Bunun dışında küçük dünyevi çıkarlar aramaz. Bu nedenle Allah müminleri "Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık" (Sad Suresi, 46) şeklinde tarif eder. Gerçekten de ihlas (yani halis, katıksız bir şekilde Allah rızasını aramak), mümini mümin yapan en önemli özelliklerdendir.
Zaten asıl nimetler, ahirettekilerdir. Bu dünya, geçici ve oldukça da eksik bir yurttur. Dünyadaki nimetler, ahirettekilere göre son derece sınırlıdır. Dünya, ahiretteki gerçek nimetin, yani cennetin oldukça eksik bir örneği, bir numunesi olarak yaratılmıştır. Kuran'da, bu konuda şöyle denir:
Mümin, meşru ölçülerde dünya nimetlerinden de yararlanır ama bunlara aldanarak asla Allah'ı, ahireti ve asıl görevini unutmaz. Aksi bir tavrın alacağı karşılık şu şekilde bildirilir:
Bu konuda yapılan yanlış bir hareket ise Cuma Suresi'nde şöyle uyarılır:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder